25 Haziran 2012 Pazartesi

Türk İslam Birliğine Çağrı

Türk İslam Birliği’nin kurulması sadece İslam aleminin değil, her dinden, her milletten ve her düşünceden insanın kurtuluşu olacak, bu birlik tüm dünyaya sevgi, kardeşlik, dostluk, bolluk ve bereket getirecektir. Türkiye’nin önderliğinde kurulacak olan Türk İslam Birliği, yeryüzünün bambaşka bir güzelliğe bürünmesine, bolluk ve bereketin müthiş artmasına, sanatın, estetiğin ve bilimin çok gelişmesine, güçlü ve köklü bir medeniyetin inşa edilmesine vesile olacaktır. Allah’ın izniyle Türk İslam Birliği muhakkak kurulacaktır. Bu, Allah’ın takdir ettiği bir kaderdir.

Türk İslam Birliği’nin doğal lideri ise Türkiye olacaktır. Türkiye’nin liderliği tüm Türk ve Müslüman ülkeleri tarafından da gönülden kabul edilmekte ve istenmektedir. Bunun temelinde hem Türkiye’nin tarihi tecrübesi, hem de Türk Milleti’nin sayısız olayla ispatlanmış olan güzel ahlakı vardır. Türk Milleti’nin lider olması isteği asla bir ırk üstünlüğü düşüncesine dayanmamaktadır. Yani, bunun özünde “biz lider olalım, diğerleri bize tabi olsun” veya “biz üstünüz, diğer ırklar bize tabi olmalıdır” gibi akıl ve mantık dışı, üstelik Kuran ahlakına da hiç uygun olmayan bir düşünce yoktur. Söz konusu olan ahlaki bir üstünlüktür. Yapılacak olan liderlik de aslında korumaya, kollamaya, hizmet etmek için çileye ve sorumluluğa talip olma işidir, bir tür ağabeylik vasfıdır.

Türk Milleti’nin bu tarihi sorumluluğu yerine getirecek olmasının en önemli delillerinden biri ise Peygamber Efendimiz (sav)’in hadislerinde, ahir zamanda İstanbul’a ve Türkiye’ye özellikle dikkat çekiliyor olmasıdır. Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde haber verildiği üzere, Hz. Mehdi (as) İstanbul’da faaliyet gösterecek, dağınık olan Türk devletlerini birleştirerek Türk İslam Birliği’ni tesis edecek ve yanında kutsal emanetlerle birlikte ortaya çıkacaktır.

Hz. Mehdi (AS)’ın İstanbul’u Manen Fethedecek Olması


altın kelebekHz. İbni Amr’dan rivayet edilmiştir: Peygamberimiz (sav) buyurdu ki: Ey Ümmet! Altı şey vardır ki; onlar olmadan kıyamet kopmaz…Altıncısı, Medine’nin fethi.

-Denildi ki: Hangi medine? (hangi şehir?)

-Buyurdu ki: Konstantiniyye (İstanbul).

altın kelebek(*) Bu Konstantiniyye’nin Hz Mehdi (as) tarafından yapılacak fethidir. (Kıyamet Alametleri, 204 Ramuz-el Ehadis, 296)

Allah Konstantiniyye’yi (İstanbul’u) çok sevdiği dostlarının eliyle (Hz. Mehdi (as)) fethedecek… Onlardan hastalığı ve üzüntüyü kaldıracak. (Kıyamet Alametleri, s.181)

Beldeler onun (Hz. Mehdi (as)’ın) emrine girer. Allah-u Teala onun (Hz. Mehdi (as)’ın) elinde Konstantiniyye’nin (İstanbul’un) (manevi) fethini müyesser (kolay) kılar. (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-ül Ahir Zaman, s. 56)

Hz. Mehdi (AS) Türkler Arasında Hizmet Verecek


beyaz çiçeklerHz Mehdi (as) Rum’dan, yani Türklerden (çünkü, eskiden Türkiye’ye Diyar-i Rum deniliyordu) ayrılmayacaktır. (İş’afü’r-Rağıbîn’den naklen, Tılsımlar, s. 212)

Tirmizi’de yer alan bir hadiste “Hz. Mehdi (as)’ın Arap’a hakim oluncaya kadar kıyametin kopmayacağından” (Tirmizi, Fiten:43) söz edilir, buradan Arapların içinde çıkmayacağını anlıyoruz. Çünkü Arap’a hakim olmak için onların dışında olmak gerekir. (Kıyamet Alametleri, s. 170)

Doğudan bir takım insanlar çıkacak ve Hz. Mehdi (as)’a zemin hazırlayacaklar. Hz. Mehdi (as) onlar arasında hükümdar olacaktır. (İbni Mace, Kitab-ül Fiten: 35 (4088) Bu hadis doğuda bulunan veya doğudan gelen bir millet içerisinde çıkacağını göstermektedir ki – Allahualem-bunlar o zamanlar doğuda bulunan, sonradan Anadolu’ya yerleşen Türklere işaret etmektedir. (Kıyamet Alametleri, s. 171)

İbni Haldun ve Kurtubî, Hz. Mehdi (as)’ın Meşrık (Doğu), Horasan (Hazar denizinin batısında kalan kısım) ve Amuderya (Ceyhun nehri) taraflarından (bu bölgeler Türklerin yaşadığı bölgelerdir) çıkacağını kaydetmektedirler. (Macdonald, İslâm’ın Ansiklopedisi, 7:478.)

Bütün bunlar, Hz. Mehdi (as)’ın yoğun faaliyetini Türkler içerisinde yürüteceğini göstermektedir. (Şaban Döğen, “Mehdi ve Deccal”, s.172)

Seyyid Ahmed Hüsameddin (r.a.) İstihraçname’sinde Hz Mehdi (as)’ın doğuş yeriyle ilgili şöyle demektedir:

“Müslümanlardan bir zat gelecek, bu zatın şerefi Kafkasya’nın en uludağından etrafa güneşin şuaı gibi şulenisar olacaktır.” (Osman Yüksel Serdengeçti, Mabedsiz Şehir, Serdengeçti Neşriyatı: VI, s.107)

Hz. Mehdi (As) Dağınık Olan Türk Devletlerini Birleştirecek


çiçekler…Ve köşe bucakta benim oğluma (Hz. Mehdi (as)’a) yardım edecek dağınık olan Türk bayrakları zuhur edecek. (Gaybeti numani, s. 323)

…Allah ona (Hz. Mehdi (as)’a) Rum’u, Deylem’i, Sind’i, Hindistan’ı, Kabilşah’ı ve Hazar’ı fethettirecektir. (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 274)

Peygamberimiz (sav)’in hadisinde haber verildiğine göre, Hz. Mehdi (as) önce Türk bayrağıyla Türkiye’den çıkacak, daha sonra da yeşil bayrak sahibi olan İslam ülkelerine de manen hakim olacaktır. Türk İslam Birliği’nin oluşmasına vesile olacak ve bu birliğin manevi liderliğini üstlenecektir. Konuyla ilgili hadis şu şekildedir:

O yılda kırmızı bayrağın ve sonra yeşik bayrağın sahibi olan oğlum (Hz. Mehdi (as)’ın) gaybeti ilan olunacaktır. (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani, s. 170)

Hz. Mehdi (As)’ın Yanında Kutsal Emanetler Olacak


Ahir zaman hadislerini aktaran alimler, ahir zaman olaylarını kendi dönemlerindeki hilafet merkezlerini esas alarak aktarmışlardır. Bu nedenle de Hz. Mehdi (as)’ın çıkış yeri olarak, her alim kendi zamanının hilafet merkezi olan Irak, Şam, Kufe, Medine gibi şehirleri belirtmiştir. Ancak, ahir zaman olaylarının gerçekleştiği yerle ilgili rivayetlerin ortak noktası, bu olayların hep hilafet merkezinde gerçekleştiğidir. Bilindiği gibi, son hilafet merkezi “İstanbul”dur. Halifelik bu yüzyılın başlarında resmi olarak kaldırılmıştır ve o günden bu yana dünya üzerinde başka hiçbir yere de taşınmamıştır. Sonuç olarak, halen bu manevi ünvanı koruyan tek şehir İstanbul’dur. Peygamberimiz (sav)’in iki sancağı, kılıcı ve gömleği ile diğer mukaddes emanetler de İstanbul’da Topkapı Sarayı’nda muhafaza edilmektedir.

Abdullah b. Şurefe’den rivayet edildi ki: “Hz. Mehdi (as)’ın beraberinde süslenmiş bir halde Peygamberimiz (sav)’in bayrağı olacaktır.” (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiy-il Ahir Zaman, s.65)

Nuaym bin Hammad, Ebu Caferi’den şöyle rivayet etmiştir; “Hz. Mehdi (as), Peygamberimiz (sav)’in sancağı, gömleği, kılıcı, işaretleri, nuru ve güzel ifadesiyle yatsı vaktinde çıkar.” (Ali b. Sultan Muhammed el-Kari el-Hanefi ìRisaletül Meşreb elverdi fi mezhebil Mehdi)

kutsal emanetler
(Sol üst resim) Peygamber Efendimiz (sav)’in Minber-i Şerif sancağı
(Sağ üst resim) Seyf-i Nebevi. Resulullah (sav)’in kılıcı.
(Sağ orta resim), Peygamber Efendimiz (sav)’in hırkası, Hırka-i Saadet.
(Sağ alt resim) Peygamber Efendimiz (sav)’in asası. Bu asa, Resulullah (sav)’in sancağı ve minberiyle birlikte hilafet alameti olarak kabul edilir.

Hz. Mehdi (as), Peygamber Efendimiz (sav)’in bayrağıyla çıkacaktır. O bayrak dikilmemiştir, siyah ve dört köşelidir. Peygamberimiz (sav)’in vefatından sonra hiç açılmamış olup, ancak Hz. Mehdi (as) tarafından açılacaktır. (El Kavlu’l Muhtasar Fi Alamet-i Mehdiyy-il Muntazar, ss.41-42, 52, 54)

Alametlere gelince; (Hz. Mehdi (as)) beraberinde Allah Resulünün (sav) gömleği, kılıcı, sancağı bulunacaktır. O sancak ki Peygamberin (sav) vefatından bugüne kadar hiç açılmamıştır. Hz. Mehdi (as)’ın zuhuruna kadar da açılmayacaktır. (Kıyamet Alametleri, s.164)

kutsal emanetler
(Sol resim) Topkapı Sarayı’nda muhafaza edilen kutsal emanetlerden biri de Hz. İbrahim’in kullanmış olduğu rivayet edilen tenceredir.
(Ortada ki resim) Peygamber Efendimiz (sav)’in mühürünün muhafaza edildiği kutu görülmektedir. Topkapı Sarayı’nda bulunan kutsal emanetlerdendir. Peygamber Efendimiz (sav)’in Mühr-i Şeriflerinde üç satır halinde, “Muhammed Resulullah” ibaresi yazılıdır. Birinci satırda “Muhammed”, ikinci satırda “Resul”, üçüncü satırda da “Allah” kelimeleri yer almaktadır.
(Sağ resim) Topkapı Sarayı’nda bulunan Peygamber Efendimiz (sav)’in kılıcı görülmektedir.

Peygamber (savv)’in softan bayrağı ile çıkacaktır. O bayrak dört köşeli olup, dikişsizdir ve rengi de siyahtır. Onda bir hicr (hale) bulunur. O Resulullah (sav)’in vefatından beri açılmamış olup Hz Mehdi (as) çıkınca açılacaktır. (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s.23)

Ahir zamanda ancak Hz. Mehdi (as) tarafından açılacağı bildirilen bu Sancak’ın önemli bir özelliği de Peygamberimiz (sav)’in “vefatından bugüne kadar hiç açılmamış” olmasıdır. Günümüze kadar Osmanlı İmparatorluğu da dahil olmak üzere hiçbir devlet tarafından, Peygamber Efendimiz (sav)’in zatına hürmeten açılmayan sancak, götürüldüğü savaşlarda ve törenlerde kılıfından dahi çıkarılmamıştır. 1400 yıldır bu şekilde muhafaza edilen sancak Hz. Mehdi (as)’ın gelişi ile İslam ahlakının hakim olacağı dönemde açılmayı beklemektedir.

Türk İslam Birliği Kurulduğunda Yeryüzünde Hiç Kan Akıtılmayacaktır


çiçeklerTürk İslam Birliği, kitabın ilerleyen bölümlerinde detaylı olarak anlatıldığı üzere, Kuran ahlakını temel alan dolayısıyla her düşünceden, her inançtan, her milletten insana karşı şefkatle ve anlayışla yaklaşan, herkesin hakkını koruyan, herkesi rahat ettiren bir huzur ve barış birliği olacaktır. Türk İslam Birliği bütün çatışmalara, terör eylemlerine, anarşiye tam anlamıyla son verecek, Türk İslam Birliği’nin kurulmasıyla tüm fitneler sona erecektir. Bu güzel birliğin tesis edilmesiyle Museviler ve Hıristiyanlar da güvenlik içinde ibadet edebilecekleri, diledikleri gibi ticaretlerini yapacakları, istedikleri yerde istedikleri gibi yerleşebilecekleri, kendilerini tam anlamıyla güvende hissedecekleri bir ortama kavuşacaklardır. Türk İslam Birliği’nin kuruluşu da tek damla kan dökülmeden, Müslümanların sevgiyle biraraya gelmesiyle, şefkatle, güzel sözle, akılcı ve hikmetli anlatımlarla dostluğun yaygınlaşmasıyla gerçekleşecektir.

Türk İslam Birliği’nin kurulduğu dönemde tüm çatışmaların sona ereceği, tüm silahların susacağı, insanların barış ve sevgi içinde yaşayacakları Peygamber Efendimiz (sav)’in de müjdelediği bir gerçektir. Peygamberimiz (sav), Hz. Mehdi (as) döneminde yeryüzünde hiç kan dökülmeyeceğini bildirmiştir. Hz. Mehdi (as)’ın zuhur ettiği ve Türk İslam Birliği’nin kurulduğu dönemde, yeryüzünü kaplayacak olan barış, adalet, güzellik, huzur ve güven hadislerde şu şekilde haber verilmiştir:

İnsanlar, bal arılarının beyleri etrafında toplanması gibi, Hz. Mehdi (as)’ın çevresinde toplanırlar. (Hz. Mehdi (as)) Daha önce zulümle dolu olan dünyayı, adaletle doldurur. Adaleti o denli olur ki, uykuda olan bir kimse dahi uyandırılmaz ve BİR DAMLA KAN BİLE AKITILMAZ. Dünya, adeta Asr-ı Saadet devrine geri döner. (El Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 29 ve 48)

Hz. Mehdi (as), Peygamber (sav)’in yolunda gidecek, uyuyan kişiyi uyandırmayacak, KAN DA AKITILMAYACAKTIR. (Muhammed B. Resul Al-Hüseyni El Berzenci, Kıyamet Alametleri, Pamuk Yayınları, Kıyamet Alametleri, s.163)

(Hz. Mehdi (as)) zamanında ne bir kimse uykusundan uyandırılacak, NE DE BİR KİMSENİN BURNU KANAYACAKTIR. (El Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 44)

Ona (Hz. Mehdi (as)’a) biat edenler, (Kabe civarındaki) rükun ve makam arasında biat ederler. Uyuyanı uyandırmaz, ASLA KAN DÖKMEZLER. (El-Heytemî, El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 24)

Bu (Emir) de (Hz. Mehdi (as)) insanlar yeryüzünü daha önce zulüm ile doldurdukları gibi YERYÜZÜNÜ ADALETLE DOLDURACAKTIR. (Sünen-i İbn-i Mace, 10/348)

Zulüm ve fıskla dolu olan DÜNYA, O (HZ. MEHDİ (AS)) GELDİKTEN SONRA ADALETLE DOLUP TAŞACAKTIR. (El Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 20)

HZ. MEHDİ (AS)’IN ZAMANINDA ADALET O KADAR BOL OLACAK Kİ, zorla alınan her mal sahibine geri iade edilecektir. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 23)

ONUN (HZ. MEHDİ (AS)’IN) ADALETİ HER YERİ KAPLAYACAK ve insanlar arasında Hz. Peygamber (sav)’in sünnet-i seniyyesi ile muamele edecektir. Hatta birisinden, mala ihtiyacı olan kim varsa çağırmasını söyleyecek, o kişi emrini yerine getirdiğinde, sadece bir kişi gelecektir. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 20)

Kıyametin kopması için zamanda sadece bir günden başka vakit kalmamış da olsa Allah benim Ehl-i Beyt’imden bir zatı (Hz. Mehdi (as)’ı) gönderecek yeryüzü zulümle dolduğu gibi, O YERYÜZÜNÜ ADALETLE DOLDURACAK. (Sünen-i Ebu Davud, 5/92)

Hz. Mehdi (as) bendendir, yeryüzü zulüm ve işkence ile dolduğu gibi, ONU DOĞRULUK VE ADALETLE DOLDURUR. (Süneni-i Ebu Davud, 5/93)

Kap su ile dolduğu gibi YERYÜZÜ BARIŞLA DOLACAKTIR. Hiçbir kimse arasında bir DÜŞMANLIK KALMAYACAKTIR. VE BÜTÜN DÜŞMANLIKLAR, BOĞUŞMALAR, HASETLEŞMELER MUHAKKAK KAYBOLUP GİDECEKTİR. (Sahih-i Müslim, 1/136)

… Cenab-ı Hak İslam’ı nasıl bizimle başlatmışsa onunla (Hz. Mehdi (as) ile) sona erdirecektir. Nasıl, bizimle onlar aralarındaki ŞİRK VE ADAVETTEN (HUSUMET VE DÜŞMANLIKTAN) KURTULMUŞ VE KALPLERİNE ÜLFET (DOSTLUK) VE MUHABBET (SEVGİ) YERLEŞMİŞSE, (HZ. MEHDİ (AS)’IN GELİŞİ İLE) YİNE ÖYLE OLACAKTIR. (Ahir Zaman Mehdisi’nin Alametleri, Celalettin Suyuti, s. 20)

… ONUN (HZ. MEHDİ (AS)) DÖNEMİNDE İYİ İNSANLARIN İYİLİĞİ ARTAR, KÖTÜLERE KARŞI BİLE İYİLİK YAPILIR. (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 17)

“Bu Zamanda En Büyük Farz Vazife, İttihad-ı İslam’dır”


Bediüzzaman Said Nursi

süsMüslümanların birlik olmaları, dağılıp ayrılığa düşmemeleri Allah’ın Kuran’da bildirdiği bir emridir. Tüm Müslümanlar dili, ırkı, mezhebi ne olursa olsun kardeştirler. Dolayısıyla aralarındaki yakınlığın ve dostluğun da tıpkı iki kardeş arasındaki gibi olması lazımdır. İki kardeş nasıl bir diğerini zorda bırakmaz, ne zaman ihtiyacı olsa diğerinin yardımına koşar, nasıl birbirine destek olur, nasıl birbirini koruyup kollarsa dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın tüm Müslümanların da birbirlerini öz kardeşleri gibi sevmeleri, korumaları ve destek olmaları gerekir.

Eğer Müslümanlar bunu yapmazlar, birbirlerini kardeşleri gibi sevip korumaz, birlik olup dayanışma içinde olmazlarsa Allah’ın emrine uymamış olurlar. Ki bu, hiçbir Müslümanın düşmek istemeyeceği bir durumdur. Allah’ı çok seven, Allah’tan çok korkan, Allah’ın tüm emirlerine titizlikle uyan her Müslümanın, İslam aleminin birlik olması için gayret etmesi, çaba göstermesi, sürekli dua etmesi şarttır.

Eğer İslam alemi güçlü, istikrarlı, müreffeh bir medeniyet olmak, dünyaya her alanda yön vermek ve ışık tutmak istiyorsa, birlik halinde hareket etmek zorundadır. Bu birliğin yokluğu, Müslüman ülkeler arasındaki ayrılık ve dağınıklık, İslam dünyasından ortak bir ses yükselmemesi, mazlum Müslüman halkları da savunmasız bırakmaktadır. Filistin’de, Irak’ta, Afganistan’da, Keşmir’de, Doğu Türkistan’da, Moro’da ve daha pek çok yerde zavallı kadınlar, çocuklar ve yaşlılar ihtiyaç içinde zulümden kurtarılmayı beklemektedirler. Bu masum insanların sorumluluğu herkesten önce, İslam dünyasının üzerindedir. Müslümanlar, Peygamberimiz (sav)’in “Müslüman, Müslümana zulmetmez ve onu tehlikede bırakmaz” sözünü hatırlarından çıkarmamalıdırlar.

Büyük İslam alimi Bediüzzaman Hazretleri de hayatı boyunca Müslüman aleminin birlik olması için fikren mücadele etmiş, bu birliğin sağlanmasının önemi hakkında Müslümanların bilinçlenmesini sağlamıştır. “Bu zamanda en büyük farz vazife, İttihad-ı İslam’dır…” diyen Bediüzzaman Hazretleri, İslam aleminin birliği için gayret göstermenin önemini en hikmetli şekilde ifade etmiştir. Risale-i Nur’da da Müslümanların birbirlerini sevmeleri, desteklemeleri, tesanüd içinde olmaları, birbirlerini koruyup kollamaları üzerinde sıkça duran Üstad Hazretleri, hep birleştirici ve uzlaştırıcı olmuştur.

Günümüzde de tüm Müslümanların Bediüzzaman Hazretleri’nin bu üslubunu örnek almaları, İslam aleminin birleşmesi için gösterdiği azmi ve coşkuyu çok daha fazlasıyla yaşamaları, kimsenin kendilerini bu konuda gevşekliğe düşürmesine izin vermemeleri son derece önemlidir. Unutulmamalıdır ki, Müslümanların birlik olması Allah’ın bir emridir ve Allah’ın dilemesiyle muhakkak gerçekleşecektir. Bediüzzaman Hazretleri’nin müjdelediği gibi, “Bir dakika zarfında beyn-es sema vel-arz alemini (yer ile gök arasındaki alemi) bulutlarla doldurup boşalttığı gibi bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder (dindirir) ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin numunesini (örneğini) ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden kadir-i zülcelal (herşeye muktedir olan Yüce Allah) Hz. Mehdi (as) ile de, alem-i İslam’ın (İslam aleminin) zulümatını (zulüm devrini, karanlığını) dağıtabilir. Ve va’detmiştir vaadini elbette yapacaktır.” (Mektubat, s. 411-412) Ve Allah’ın izniyle bu, İslam aleminin muhakkak birlik olacağının, kurşunla kaynatılmış binalar gibi saf bağlayacağının, Allah yolunda birbirlerinin gerçek kardeşleri olarak hareket edeceklerinin ve dünyanın dört bir yanında Kuran ahlakının yaşanmasına vesile olacaklarının da müjdesidir.

Üstad Said Nursi, Hutbe-i Şamiye’de İslam Birliği’ni şu şekilde tarif eder:

süsTarîk-ı Muhammedî (asm) (Hz. Muhammed (sav)’in yolu), şüphe ve hileden münezzeh olduğundan, şüphe ve hileyi ima eden gizlemekten de müstağnîdir (ihtiyaç duymayandır). Hem de o derece azîm (büyük) ve geniş ve muhit (her şeyi kuşatan) bir hakikat (gerçek), bahusus (özellikle) bu zaman ehline karşı hiçbir cihetle (sebeple) saklanmaz. Bahr-ı umman (Okyanus) nasıl bir destide (Testide) saklanacak! Tekraren söylüyorum ki, ittihad-ı islâm (İslam Birliği) hakikatında (gerçeğinde) olan ittihad-ı Muhammedînin (Hz. Muhammed (sav)’e tabi olanların birliğinin) cihetü’l-vahdeti (birlik yönü) tevhid-i İlâhîdir (Allah’ın birliğine iman ve ondan başka ilah olmadığını tasdik etmektir). Peyman (büyük yemin) ve yemini de îmandır. Müntesibîni (Intisab edenleri, girenleri), umum (tüm) müminlerdir. Nizamnâmesi (tüzük metni), sünen-i Ahmediyedir (asm) (Peygamber (sav)’in sünnetidir). Kânunu (yasası), evâmir (emirleri, kanunları) ve nevâhi-i şer’iyedir (Kuran ahlakında yasaklanan şeylerdir). BU İTTİHAT (BİRLİK) ÂDETTEN (GELENEKTEN, ALIŞKANLIKTAN) DEĞİL, İBÂDETTİR. (Hutbe-i Şamiye, Sâdâ-yı Hakikat, s. 94)

Bediüzzaman Hazretleri bu sözüyle Müslümanların hangi değerleri temel alarak birlik oluşturacaklarını açık ve net olarak tarif etmiştir:

•  Bir olan Allah’a iman eden,

•  Hz. Muhammed (sav)’e tabi olmuş,

•  Kuran’ı ve sünneti rehber edinmiş tüm Müslümanlar birbirinin kardeşidir ve birlik halinde hareket etmekle yükümlüdürler.

Farklı ülkelerde yaşamaları, farklı ırklara mensup olmaları, farklı kültürleri olması, farklı anlayış veya uygulamalara sahip olmaları kardeş olmalarına, birlik içinde olmalarına hiçbir şekilde engel değildir. Tam tersine bu özelliklerin her biri Allah’ın yaratmasındaki bir güzellik, bir nimet, Müslümanlar için bir zenginliktir. Bediüzzaman’ın da ifade ettiği gibi Müslümanlar, Türk İslam Birliği’nin oluşmasını güzel bir temenni, iyi bir gelenek veya siyasi bir gereklilik gibi görmemeli, birlik olmanın farz olan bir ibadet olduğu gerçeğini unutmamalıdırlar.

Bediüzzaman Hazretleri, Müslümanların bu farzı yerine getirmekte bir çekince veya tereddüt içinde olmamaları gerektiğine de dikkat çekmiş ve “en büyük farz vazife” olan İslam Birliği’nin sağlanması için gayret etmenin vicdanına uyan her Müslümanın üzerinde sorumluluk olduğunu söylemiştir:

İhfa (gizlenmek), havf (korkmak) riyâdandır (gösteriştendir, iki yüzlülüktendir). Farzda riyâ (gösteriş, iki yüzlülük) yoktur. Bu zamanın en büyük farz vazîfesi (görevi), ittihad-ı islâmdır (islam birliğidir). İttihadın (birliğin) hedef ve maksadı; o kadar uzun, münşaib (kollara ayrılmış), muhit (her şeyi kuşatan), merâkiz (karar yerleri) ve maâbid-i islâmiyeyi (islamın ibadet yerlerini) birbirine rabtettiren (bağlayan) bir silsile-i nuraniyi (nurani silsile, soy) ihtizaza getirmekle (harekete geçmekle) onunla merbut (bağlanmış) olanları ikaz (uyarma) ve tarîk-ı terakkiye (yükselme, ilerleme yoluna) bir hâhiş (istek) ve emr-i vicdanî (vicdani emir) ile sevk etmektir. (Hutbe-i Şamiye, Sâdâ-yı Hakikat, s. 94)

Bediüzzaman’ın da ifade ettiği gibi her Müslüman, İslam aleminin birliği için elinden gelen tüm imkanları seferber etmeli, şevkle, azimle ve coşkuyla bu yolda çaba göstermeli, bu kutlu birliğin sağlanması için tüm Müslümanları da harekete geçirmelidir.

Bediüzzaman’ın Türk İslam Birliği’ni anlatırken önemle üzerinde durduğu bir diğer husus da bu birliğin bir sevgi, dostluk ve gönül birliği olduğu gerçeğidir. Müslümanlar ilimle, sevgiyle, güzel sözle bu birliğin zaruri olduğunu tüm insanlara anlatmakla yükümlüdürler. İman gücüne, Allah sevgisine, Kuran ahlakına ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetine dayanmadan böyle bir girişimde bulunmanın ise hiçbir manası yoktur. Zira Allah böyle bir harekete asla başarı vermez. Samimiyetle, Allah sevgisiyle, iman coşkusuyla, Kuran’ın ve hadislerin sunduğu güzel ahlakın rehberliğiyle hareket edenler ise Allah’ın izniyle bu yolda muhakkak başarılı olacaklardır.

süsBu ittihadın (birliğin) meşrebi (yolu) muhabbettir (sevgi beslemektir). Husumet (düşmanlık) ise, cehalet (bilgisizlik) ve zaruret (ister istemez) nifakadır (iki yüzlülüktür). Gayr-ı Müslimler (Müslüman olmayanlar) emin olsunlar ki, bu ittihadımız (birliğimiz), bu üç sıfata (vasfa) hücumdur (karşıdır). Gayr-ı Müslime (Müslüman olmayana) karşı hareketimiz iknâdır (razı etmektir). Zira onları medenî (faziletli, terbiyeli) biliriz. Ve İslâmiyeti mahbup (sevilen, sevgili) ve ulvî (yüce) göstermektir. Zira (Çünkü) onları munsif (insaflı) zannediyoruz. Lâübaliler iyi bilsinler ki, dinsizlikle kendilerini hiçbir ecnebîye (yabancıya) sevdiremezler. Zira mesleksizliklerini göstermiş olurlar. Mesleksizlik, anarşilik sevilmez. Ve bu ittihada (birliğe) tahkik (araştırma) ile dahil olanlar, onları taklit edip çıkmazlar. İttihad-ı Muhammedî (Hz. Muhammed (sav)’e tabi olanların birliği) olan ittihad-ı islâmın (İslam Birliği’nin) efkâr (fikirler) ve meslek ve hakikatini (gerçeğini) efkâr-ı umumiyeye (halkın fikirlerine) arz ederiz. Kimin bir itirazı varsa etsin, cevaba hazırız. (Hutbe-i Şamiye, Sâdâ-yı Hakikat, s. 94)

Türk İslam Birliği, Bediüzzaman Hazretleri’nin hikmetle açıkladığı gibi gayri Müslimlerin de koruyucusu ve kollayıcısı olacaktır. Kitabın ilerleyen bölümlerinde detaylı olarak açıklandığı üzere, İslam ahlakı farklı dinden ve inanıştan olan insanlara karşı şefkatle ve merhametle yaklaşmayı gerekli kılar. Müslüman güzel sözle, hikmetle, akılcı ve nezih bir üslupla İslam’ı tebliğ eder, insanları kötülükten alıkoyup iyiliğin yayılması için gayret eder, ama tüm bunları yaparken “dinde zorlama ve baskı olmadığının” bilincindedir. İslam ahlakının yaşandığı bir ortamda herkes dinini dilediği gibi yaşamakta, ibadetlerini dilediği gibi yerine getirmekte, düşüncelerini ifade etmekte özgürdür. Türk İslam Birliği de İslam ahlakının bu gereklerinin gerçek bir uygulayıcısı olarak, demokrat, insan haklarına değer veren, ifade özgürlüğünün hakim olduğu, Musevilerin, Hıristiyanların, her inançtan insanın ve inançsız veya ateist olanların haklarının tam olarak korunduğu, herkesin birinci sınıf insan muamelesi gördüğü bir yapıya sahip olacaktır.

süsBediüzzaman Hazretleri’nin ittihad-ı İslam konusunda önemle üzerinde durduğu bir husus ise bu kutlu birliğin Hz. Mehdi (as) vesilesiyle, o mübarek zatın öncülüğünde gerçekleşecek olduğudur. Hz. Mehdi (as)’ın Türk ve İslam aleminin birleşmesini sağlayacağı hadislerde de bildirilen bir gerçektir. Said Nursi Hazretleri ise bu gerçeği şöyle açıklar:

Üçüncü vazifesi: … O ZAT (Hz. Mehdi (as)) BÜTÜN EHL-İ İMANIN (iman edenlerin) MANEVİ YARDIMLARIYLA ve

İTTİHAD-I İSLAM’IN MUAVENETİYLE (İslam Birliği’nin yardımlaşmasıyla) ve BÜTÜN ULEMA VE EVLİYANIN (alimlerin ve velilerin) ve bilhassa AL-İ BEYT’İN NESLİNDEN (Peygamberimiz (sav)’in soyundan) HER ASIRDA KUVVETLİ VE KESRETLİ(çok sayıda) BULUNAN MİLYONLAR FEDAKAR SEYYİDLERİN İLTİHAKLARIYLA (Peygamber soyundan gelen fedakar kimselerin katılımlarıyla O VAZİFE-İ UZMAYI (büyük görevi) YAPMAYA ÇALIŞIR. (Emirdağ Lahikası, s. 260)

Bediüzzaman’ın bu sözünden açıkça anlaşıldığı üzere, Hz. Mehdi (as)’ın yerine getireceği üç vazifeden biri, tüm Müslümanları birleştirerek Türk İslam Birliği’ni tesis etmektir. Buna göre, Hz. Mehdi (as) Kuran ahlakının göz ardı edildiği bir dönemde, insanların yeniden din ahlakına yönelmesine vesile olacak, Türk İslam Birliği’ni kuracak ve bu büyük görevlerinde kendisine destekçi olan pek çok salih insan bulunacaktır. Bediüzzaman, Hz. Mehdi (as)’ın üçüncü görevini çok önemli ve geniş kitlelerin desteğiyle gerçekleştireceğini bildirmiştir. Bediüzzaman ”BÜTÜN EHL-İ İMANIN MANEVİ YARDIMLARIYLA” sözleriyle, “TÜM MÜSLÜMANLARIN” ittifak halinde oluşturacakları birliğin Hz. Mehdi (as)’ın bu görevdeki yardımcıları olacağını bildirmiştir. Hz. Mehdi (as) ve yardımcıları güçlerini Allah sevgisinden, iman coşkusundan alan cesur insanlar olacaktır. İmanlarının nuru tüm dünyanın aydınlanmasına vesile olacaktır. Tüm Müslümanların dahil olacağı böyle geniş çapta bir ittifakın desteği, Bediüzzaman’ın döneminde gerçekleşmiş değildir. Bediüzzaman’ın da müjdelediği gibi, bu geniş kitlenin manevi yardımları, ancak içinde bulunduğumuz ahir zamanda Hz. Mehdi (as) ile birlikte oluşacak ve onun üçüncü görevinin gerçekleştirilmesinde büyük bir rol oynayacaktır.




Oldukça geniş bir coğrafyayı ve yaklaşık 1.5 milyar Müslümanı kapsayan İslam dünyasının temel ihtiyaçlarından biri olan “Türk İslam Birliği”ni ele aldığımız bu kitabımızda, böyle bir birlik oluşturulmasının gerekliliği ve aciliyeti üzerinde duracağız.
Bugün İslam dünyasının durumu değerlendirildiğinde ilk dikkati çekecek özelliklerden birisi,Müslümanların kendi aralarındaki parçalanmışlığı olacaktır. Kimi İslam ülkeleri arasında derin anlaşmazlık ve ihtilaflar vardır. Hatta yakın geçmişte, İran-Irak Savaşı, Irak’ın Kuveyt’i işgali, Pakistan-Bangladeş Savaşı gibi Müslüman ülkeler arasında geçen savaşlar yaşanmıştır. Müslüman ülkelerde çoğunlukla etnik ve siyasi sorunlar nedeniyle yaşanan iç savaş ve çatışmalar da -örneğin Afganistan’da, Yemen’de, Lübnan’da, Irak’ta veya Cezayir’de olduğu gibi- İslam dünyasının, olması gerektiği gibi olmadığını göstermektedir. Öte yandan İslam dünyasının dört bir yanında birbirinden son derece farklı dini yorumlar, görüşler ve modeller hakimdir. Neyin gerçekten İslam’a uygun neyin de aykırı olduğunu belirleyecek, bu konuda dünya Müslümanlarının geneline yön verecek, onları uzlaştırabilecek merkezi bir otorite yoktur. Katoliklerin Vatikan’ı, Ortodoks Hıristiyanların Patrikhaneleri vardır, ama İslam dünyasında dini bir birlik ve merkez bulunmamaktadır.
Oysa İslam ahlakının özünde birlik vardır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in vefatının ardından, İslam dünyasının hep bir lideri olmuş, bu makam Müslümanların dini konulardaki yol göstericisi olmuştur.
Günümüzde de İslam dünyasının tümüne yol gösterecek çağdaş bir merkezi otorite kurulabilir. Demokratik esaslara ve hukukun üstünlüğü prensibine dayanan merkezi bir İslami otoritenin ve bir Türk İslam Birliği’nin kurulması İslam dünyasının mevcut sorunlarının giderilmesinde çok önemli bir adım olacaktır.
Kitabın ilerleyen bölümlerinde detaylı olarak ele alacağımız gibi, söz konusu Türk İslam Birliği;
1) Kuran ahlakının gereği olan sevgi, şefkat, kardeşlik ve merhamete dayalı bir anlayışa sahip olmalı, tüm insanları koruyup kollamayı amaç edinmeli, tüm insanlara son derece kaliteli ve müreffeh bir yaşam standartı sunmalıdır.
2) Demokrat ve laik bir yapıya sahip olmalı, Türk İslam dünyasını manevi bir liderliğin öncülüğünde biraraya getirirken, tüm devletlerin üniter yapısını muhafaza ettiği bir gönül birliği inşa etmelidir.
3) İslam dünyasının tümüne hitap edebilmeli, dolayısıyla en temel İslami değerlere ve esaslara dayanmalı, belirli bir mezhebin veya tarikatın temsilcisi olmamalıdır.
4) İnsan haklarına, demokrasiye, serbest girişimciliğe destek vermeli, İslam dünyasının ekonomik, kültürel ve bilimsel yönden kalkınmasını temel hedef olarak belirlemelidir.
Medeniyetler arası bir çatışmayı öngörenlerin, yeryüzünde daha çok kan dökülmesine ve daha çok kayıplar verilmesine neden olacakları açıktır. Türk İslam Birliği’nin oluşturulması, çatışma taraftarlarının önündeki en önemli engellerden biri olacaktır.
5) Diğer ülkeler ve medeniyetlerle son derece barışçıl ve uyumlu ilişkiler kurmalı, kitle imha silahlarının kontrolü, terörizm, uluslararası suç, çevre gibi konularda uluslararası topluluk ve Birleşmiş Milletler ile iş birliği yapmalıdır.
6) İslam dünyasındaki azınlıkların (örneğin Yahudi ve Hıristiyanların) ve İslam ülkelerine gelen yabancıların haklarının korunması, kendilerine güvenlik sağlanması ve saygı gösterilmesi gibi konuları öncelikli olarak ele almalı, her dinden, her düşünceden insana sevgi ve şefkatle yaklaşmalıdır.
7) Filistin, Keşmir, Moro gibi, Müslümanlar ile Müslüman olmayan halkları karşı karşıya getiren sorunlara; adil ve barışçıl çözümler getirilmesine önem vermelidir. Hem Müslümanların haklarını savunmalı hem de söz konusu sorunların, İslam dünyasındaki bazı radikal unsurlar tarafından çözümsüzlüğe itilmesine mani olmalıdır.
İslam dünyasının böylesine akılcı, sağduyulu ve adil bir liderliğe kavuşması, hem bugün pek çok sorunla karşı karşıya bulunan 1.5 milyar Müslüman için, hem de dünyanın tüm diğer insanları için çok hayırlı olacaktır. Kuran ahlakına dayalı olarak kurulacak bir Türk İslam Birliği, tüm dünyanın adalet ve güvenlik bulmasına, Kuran ahlakının getirdiği tavır mükemmeliği sayesinde huzurun yerleşmesine aracı olacaktır. Müslümanlar, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in devrinden bu yana, insanlığa; akıl, bilim, düşünce, sanat, kültür, medeniyet gibi alanlarda öncülük etmiş, “insanların hayrı”na dev eserler ortaya koymuşlardır.
Avrupa Ortaçağ’ın karanlığında iken, dünyaya bilimi, akılcılığı, tıbbı, sanatı, temizliği ve diğer pek çok hasleti Müslümanlar öğretmiştir. Kuran’ın nurundan ve hikmetinden kaynaklanan bu İslami yükselişi tekrar başlatmak için, geçmişte olduğu gibi bugün de Müslümanların Kuran ahlakını ve Peygamber Efendimiz (sav)’in sünnetini temel alan bir yol göstericiliğe ihtiyaçları vardır.
Bu proje nasıl hayata geçirilebilir? Bu soruyu ilerleyen bölümlerde inceleyeceğiz. Ancak, daha önce de belirttiğimiz gibi, bu konuda tüm Türk İslam ülkelerinin yanında Türkiye’ye büyük bir rol düştüğünü tekrar hatırlatmak gerekir. Çünkü Türkiye, hem tarihi ve sosyolojik altyapısının gereği olarak hem de Peygamber Efendimiz (sav)’in hadislerinde müjdelediği gibi, içinde bulunduğumuz ahir zamanda çok önemli sorumluluklar üstlenecektir. Bu önemli sorumluluklarının başında Türk İslam dünyasının birleşmesi için öncülük etmek vardır. Unutmamak gerekir ki Türkiye, sözünü ettiğimiz manada bir Türk İslam Birliği’ni kurmuş ve 5 yüzyıldan uzun bir süre başarıyla idare etmiş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısıdır. Bu sorumluluğu tekrar üstlenebilecek bir toplumsal alt yapıya ve devlet geleneğine sahiptir. Dahası Türkiye, İslam dünyasının Batı ile ilişkileri en gelişmiş ülkesidir ki, bu Batı ile İslam dünyasındaki sorunların çözümündearabuluculuk yapabilmesine olanak sağlar. Türkiye’nin tarihsel olarak anlayışlı ve mutedil olması; Türkiye’nin İslam dünyasında dünya Müslümanlarının büyük çoğunluğunun izlediği Ehli Sünnet inancını temsil etmesi de, onu Türk İslam Birliği’ne önderlik etmeye aday kılan önemli bir vasıftır.
ART TV (UŞAK) RÖPORTAJI, 19 Ağustos 2008
Uşak Art TV: Hocam bu sözlerinizden anlaşılıyor ki, Türkiye’nin İslam Birliği konusunda özellikle sizin eserlerinizin bazılarında da ben bunları okudum. Türk İslam Birliğine önem veriyorsunuz. Önemsiyorsunuz. Bunu biraz açmak gerekirse, İslam Birliği’ni vurgulayan sözleriniz var. Türk İslam Birliği’ni vurgulayan sözleriniz var. Adnan Oktar: Evet Uşak Art TV: Türkiye’de Türk, Laz, Çerkez hepsi bir bütündür diye sözleriniz var. Bunu isterseniz biraz açalım. Ve Türkiye’de Müslümanlar, özellikle Müslüman aleminde Türkiye’nin önemini çok iyi bir şekilde, kavramaya başladılar, sizin bu konudaki görüşleriniz nedir? Türk İslam Birliği’nin önemi, gerçekten fevkalade bir duruma gelecek mi sizce?
Adnan Oktar: Peygamber Efendimiz (sav) ahir zaman hadislerini hep Türkiye üzerinden açıklamıştır. Hep İstanbul ve Türkiye. Ve Türk Milleti’nin öncü olacağını anlatan rivayetleri var. Yani Mehdilik olayında da hep Türklükten bahsedilir. Türk Milleti mübarek ve necip bir milletir. 
İslam’ın hep bayraktarlığını yapmıştır. Bir kere kahramandır, yiğittir delikanlı bir millettir. Merttir, sözünde durur. Ordumuzun özelliğinde de bunu görebilirsiniz. Gidin yurt dışında hangi ülkeye giderseniz gidin, Türk askeri dendi mi bir dururlar şöyle, bir sevgi, bir muhabbet, “aman onlar gelsin hepsi gitsin ama Türk askeri gelsin” derler. Mesela Somali’ye gidin, “hepsi gitsin Türk askeri gelsin” derler. Afganistan’a gidin Türk askerini kucaklarlar. Niye? Çünkü merttir dürüsttür. fiefkatlidir, Uşak Art TV: İmanlıdır.
Adnan Oktar: İmanlıdır, Allah’tan korkar, akılcı hareket eder, makuldür, işte böyle bir millete Allah İslam’ın bayraktarlığını nasip ediyor. İslam ahlakını yayma görevini, böyle bir millete vermiş oluyor Allah inşaAllah. Osmanlı döneminde de bu böyleydi yani Türk deyince, Türk’üm diyen herkes Türk’tür. Ona bakarsanız ben mesela seyyidim Peygamber Efendimiz (sav)’in neslindenim, ama halis kan Türk’üm. Halis Türk. Çünkü Allah bu milleti, Türk’üm diyen herkesi bir manevi himmet altına almış sanki, böyle bir örnek ahlak, örnek İslam’ı yaşayan bir millet, mesela şu an sorun İslam aleminde herkese sorun. “En güzel İslam’ı kim yaşıyor?” deyin. Türkiye diyeceklerdir. En makul en tutarlı, en adil, aklıbaşında yaşayan Türk’lerdir. En temiz, tertemizlerdir. Onun için ittifak var, yani Türkiye önder olsun diyorlar bütün, Türk alemi de İslam alemi de bunu söylüyor. Zaten Türk aleminin büyük bir bölümü, Müslümandır, ama Hıristiyan da bizim kardeşimizdir. Musevi de bizim kardeşimizdir. Ermenisi de efendim Gürcüsü de hepsi bizim kardeşimizdir. Çünkü Osmanlı milletler topluluğu içerisinde bunlar hep bizim bağrımıza bastığımız, Osmanlı’ya Türk’lüğe hizmet etmiş, insanlardır. İslam’a, Kuran’a hizmet etmiş insanlardır. Mesela en değerli ustalar, sanatçılar hep Ermeni’lerden çıkmıştır. Rum’lardan çıkmıştır. Yahudi bilim adamları, Yahudi sanatçılar, Musevi sanatçılar, Çok büyük hizmetler vermişler, saraylarda görev almışlardır. Sonradan böyle bir fitne çıkarılmıştır. Irkçılık fitnesiyle onlarla sanki böyle bir kinleşme kavga varmış gibi, masonlar böyle kahpece bir oyun oynamışlardır. Sanki böyle bir Rum denince, Ermeni denince, hatta insanların kafasına oturmuştur böyle. Mesela o tertemiz insanlar mazlum insanlar Rum’um demeye Ermeni’yim demeye çekinir hale getirmişler onları, Musevi’yim demeye çekinir hale getirmişler.
İşte bu bir masonik oyun. Halbuki Ehli Kitap bizim kardeşlerimiz bunlar. Bunlar Hz. İbrahim’i sever. Hz. İsmail’i sever. Hz. İshak’ı, Hz. Yakup’u sever. Tek Allah’a inanır. Aynı peygamberleri severiz. Aynı meleklere karşı sevgimiz var. Ve hepsi hak dinlerin eski şekilleridir. Eski hak dinlerdir. Tabi İslam dini son hak dindir inşaAllah. Ama onlar da Ehli Kitaptır. Allah onları Kuran’da Ehli Kitap olarak belirtiyor. Onun için bu kin, adavet, düşmanlık hepsi kalkacak. Irkçılık belası, kavmiyetçilik belası, ne gerek? Türkiye bir ağabeylik yapsa olaya bir el atsa, tamamen ortalık yatışır.
Onun için Türk İslam Birliği çok, çok, çok acil bir görev. Yaşlı başlı insanlar binlerce insan öldü Gürcistan’da. Yazık günah değil mi? Türkiye’nin bir gün bile gecikmesi vebal altında bırakır. Hemen hareket edilmesi gerekiyor. Bunu teklif etsin Türkiye, eğer bir kişi itiraz ederse bana gelip söylesinler. Yani Suriye’ye gidip teklif edin Türkiye ile birleşin diye, Suriye iki gün düşünmez. Azerbaycan’a teklif edin, zaten onlar kendileri teklif ediyor. Azerbaycan kendisi istiyor. “Türkiye ile birleşelim” diye defalarca söylediler. “İki devlet bir millet olarak birleşelim” dediler. Onun için bunun resmi ağızdan söylenmesi gerekiyor. Ama resmi ağızdan söylenmesi içinde tabandan hükümete talepte bulunulması lazım. Yani, “böyle birşey istiyoruz.” şeklinde bir talepte bulunması lazım, ama bunun çok ısrarlı söylenmesi lazım ki hükümet bir güç bulsun. Harekete geçsin bu çok önemlidir. Yani vakıflar olur, dernekler olur halk, bütün Müslüman kardeşlerimiz, bütün Türk Milleti olarak bunun üstünde çok durmamız lazım. İllaki Türk İslam Birliği, Türk İslam Birliği’nin lideri olarak inşaAllah Avrupa Birliğine girelim. Lider olarak girmek bize yakışır. Ve Avrupa’yı da kalkındıralım. Amerika’yı da kalkındıralım. Rusya’yı da kalkındıralım.
Bütün dünyayı zengin edelim. Türkiye’nin misyonu bu dünyayı zengin etmek, güçlendirmek, barışı tesis etmek, huzur getirmek yani bizim ırkçılık iddiamız yok Türk milleti olarak.

güvercinSon olarak belirtmek gerekir ki, bu kitapta ele alınan çözümlerin ivedilikle hayata geçirilmesi son derece önemlidir. Çünkü bazı çevreler, İslam dünyası ile Batı arasında bir “medeniyetler çatışması” yaşanması için her geçen gün daha da fazla kışkırtmada bulunmaktadır. Türk İslam Birliği’nin kurulması ile birlikte bu tehlike tamamen ortadan kalkacaktır. Tarihte yaşanan tecrübeler açıkça göstermektedir ki, farklı medeniyetlerin birarada yaşaması, aslında çok güzel bir zenginlik ve nimettir.
Farklı kültürleri birarada barındıran bir devlet, bünyesinde farklılıklar olduğu için değil, bu farklılıkları idare ediş -ya da edemeyiş- tarzı nedeniyle sorunlarla karşılaşmaktadır. Ya da yan yana gelen medeniyetler, birbirlerine karşı şefkatli olup olmamalarına, kendi içlerindeki radikal ve katı unsurları kontrol altına alıp alamamalarına göre, çatışma veya barış ve iş birliği yolunu seçmektedirler. Günümüzde de anlayış ve uzlaşı yerine, hem Batı’da hem de İslam dünyasında, düşmanlık ve çatışmayı seçmek isteyen bazı çevreler olabilmektedir. Bunlar nedeniyle İslam ve Müslümanlar hakkındaki bazı yanlış anlama ve ön yargılar devam etmekte ve bu, İslam dünyası için birtakım zorluklar oluşturmaktadır. Batılılar ise, çeşitli yanlış anlaşılmalar nedeniyle gereksiz yere tedirginlik duymaktadırlar. Tüm bu sıkıntıları ortadan kaldıracak bir çözüme çok acil olarak ihtiyaç vardır.
İşte bu kitapta ortaya koyacağımız gibi, bu tehlikeli çatışma eğiliminin önünün alınmasında, İslam ülkelerinin birlikte hareket etmesinin, yani “Türk İslam Birliği”nin büyük rolü olacaktır.
Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlara en güzel biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbinin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir. (Nahl Suresi, 125)
20. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması, İslam dünyasının 20. yüzyıldaki konumunu belirleyen önemli bir etkendi. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıntıları arasından onlarca farklı devlet ve halk çıktı. Ancak hemen hiçbiri, Osmanlı dönemindeki huzur ve istikrara bir daha kavuşamadı.
21. yüzyılı yaşadığımız şu günlerde dünyanın pek çok bölgesinde çözüm bekleyen sorunlar, üzerinde uzlaşma sağlanması gereken çeşitli anlaşmazlıklar halen devam ediyor. 20. yüzyılın başında bozulan dengelerin tam anlamıyla yeniden kurulamamış olması, çoğunluğu İslam dünyası içinde yer alan çeşitli hassas alanlar ve bölgeler oluşturmuş durumda. Bu sorunların bir kısmı üzerinde geçici mutabakat sağlandı, bazı bölgelerde ise sıcak çatışmalar veya gerginlikler sürüyor.
Günümüzde çözüm bekleyen konuların önemli bir kısmı, Müslümanların yoğun olarak yaşadığı toprakları (Filistin, Keşmir, Irak, Afganistan gibi) doğrudan ilgilendirmektedir. Bunun yanı sıra, son dönemde sesleri gittikçe yükselen “medeniyetler arası çatışma” savunucularının Müslümanları itham eden propagandaları nedeniyle, İslam dünyası, çeşitli çevreler tarafından hedef gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu da gereksiz ve suni bir gerginliğin doğmasına, tedirginliğin artmasına neden olmaktadır. Tüm bunlar, Müslümanların 21. yüzyılda nasıl bir strateji izlemeleri gerektiği sorusunu bir kez daha gündeme getirmektedir.
Bu stratejinin doğru belirlenebilmesi için, öncelikle İslam dünyasının bugün içinde bulunduğu durumu iyi anlamak gerekmektedir. Yapılacak doğru tespitler, belirlenecek stratejinin temel dayanak noktasını oluşturacak, alınacak kararların isabetli olmasını sağlayacaktır.
İslam uygarlığı, Osmanlılar, Safeviler ve Mogullar gibi üç büyük imparatorluk tarafından temsil edildiği 16. ve 17. yüzyılda, Asya, Afrika ve Avrupa’nın egemen gücüydü. Hindistan’da Mogul İmparatorluğu vardı. İran ve çevresinde Safevi Devleti hüküm sürüyordu. Üçüncü ve en büyük imparatorluk ise, tüm Balkan Yarımadasını, Anadolu’yu, Mezopotamya’yı, Arap Yarımadasını ve Kuzey Afrika’yı yöneten büyük Osmanlı Devleti’ydi. Ancak bu İslami egemenlik giderek küçüldü ve zayıfladı. İlk olarak 18. yüzyılda Mogul İmparatorluğu yıkıldı. Bu, Güney Asya Müslümanları için yeni bir dönemin başlangıcı oldu; Hindistan alt kıtası İngiliz Sömürge Yönetimi’nin hakimiyetine girdi. Hindiçini olarak bilinen bölge de Fransızlar tarafından sömürgeleştirildi. Safevi İmparatorluğu’nun halefi olan Kaçar Hanedanı 1920′lere kadar varlığını devam ettirdi, ancak otoritesini ve etkinliğini çoktan yitirmişti. Zaman içinde İngiltere ve Rusya’nın hakimiyetine girdi. Bu arada Osmanlı İmparatorluğu da ardı ardına gelen toprak kayıplarıyla birlikte gittikçe zayıflamıştı. 600 yıl boyunca, İslam dünyasının en geniş ve en etkili devlet sistemini oluşturan Osmanlı İmparatorluğu, I. Dünya Savaşı ile birlikte tamamen yıkıldı.
terör

Osmanlı’nın yıkılması başta Ortadoğu ve Arap Yarımadasının bazı bölgeleri olmak üzere, İslam coğrafyasında tarihi değişikliklerin yaşanmasına neden oldu. Bölgeye yabancı olan güçler tarafından kurulan ulus-devletler, bu topraklarda 20. yüzyıl boyunca devam edecek olan huzursuzlukların ve gerilimin temel nedeni oldu. Köklü bir medeniyetin kurucusu olan İslam dünyasında, içe kapanma süreci başladı. Sadece Ortadoğu’da değil, Kuzey Afrika’da, Güney Asya’da Müslümanlar sömürgeci güçler tarafından ezildi. Bu ülkelerin büyük çoğunluğu ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında bağımsızlıklarını kazanabildiler. Bağımsızlıklarını kazanma süreçleri de Cezayir gibi pek çok ülkede, çok kanlı oldu. Milyonlarca masum insan hayatını kaybetti, pek çoğu uygulanan işkence ve zulüm nedeniyle sakat kaldı. Bu bölgelerde, sömürgeci güçlerin çekilmesinin ardından da huzur ve güvenlik tam anlamı ile sağlanamadı. Kısaca, 20. yüzyıl İslam dünyasının çoğunluğu için, çatışmalarla, kavgalarla, yokluk ve yoksullukla geçen bir yüzyıl oldu.
Ancak İslam dünyası her zaman bu konumda değildi.
Aksine, geçtiğimiz iki bin yılın tarihi incelendiğinde, ortaya günümüzden çok daha farklı bir tablo çıkmaktadır: İnsanlık tarihindeki en büyük kültürel ve bilimsel yükseliş, İslam’la gerçekleşmiştir. Batı dünyası henüz karanlık içindeyken, Müslümanlar dünyanın en göz kamaştırıcı medeniyetini kurmuş, İslam ahlakı dünyayı aydınlatan ışık olmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder